Dünya oluştuğundan beri bizlerin deprem adını verdiğimiz aslında magmadaki hareketlerin kara parçalarını itmesiyle oluşan “doğal bir şey” meydana geliyor. 26 Eylül 2019, Saat 13:59’da Silivri açıklarında gerçekleşen ve İstanbul’da da çarpıcı şekilde hissedilen bu hareketlerden birisi ortaya çıktığında çoğunluğun ortak hissiyatı KORKU oldu. İnsanların çoğunluğu, böyle zamanlarda kendi ölüm korkuları nadiren de yakınlarının yok oluşunun yaratacağı yıkım nedeniyle, her zaman gözlerini açıp kulak kabarttıkları, söylediklerini hiçbir bilimsel teraziye koymadan kabul ettikleri kerameti kendinden menkul din adamları, şeyhler, gavslar yerine daha önce zerre kadar önem vermedikleri bilim insanlarının “nasıl”dan çok “ne zaman” ile ilgili sözlerini dinlemek için ekranların başına geçerler. Dinledikleri kişiler gerçek bilim insanları ise “ne zaman” sorusuna alamadıkları cevaplar için hüsrana uğrar, “nasıl”la ilgilenmek zor bir süreç olduğu için bir süre sonra “tehlikeyi” unutur ve hayatlarına “kaldıkları yerden” devam ederler. Bu, yemek yapmanın tekniğini öğrenmek yerine tarif almaya benzer. İnsanlar, yemek yapma tekniklerini öğrendiğinde her yemekte başarılı olacakken tarif alıp sıradan bir günü kurtarmak -nasılsa- her zaman kolay gelir.
Başta haklı gibi görünen bu korku hissi aslında buz dağının görünen yüzüdür. Objektif olursak, korkuyu yaratan kök nedenlerin çok daha derinlerde yattığını görebiliriz. Bu korkunun tabanını cehalet, kolaycılık, tembellik, fırsatçılık, plansızlıktan oluşan bir çorba oluşturuyor. Bunların hiçbir doğarken bizde yoktu. Peki nereden geldiler? Tüm bu nitelikler (niteliksizlikler) sonradan öğrenildi ve çoğunlukla öğretildi! Cahil olmak yerine akıllı olmanın artı değer yaratmadığı, kolaycılık yerine derine inmenin fayda sağlamadığı, tembellik yerine çalışkanlığın ödüllendirilmediği, fırsatçılığın yerilmediği halde aza tamah etmenin de övülmediği bir toplumda genel kitlenin aksini yapmasını beklemek saflık olurdu. Tüm sıradanlaştırmaların bir yan etkisi olmalıydı. O da “farkındasızlık eylemi” olarak toplumda uç gösterdi.
Farkındasızlık eylemi, kafası kesilmiş tavuğun oradan oraya “amaçsızca” dolaşmasından başka bir şey değildir. Tavuk asla olan bitenin farkında değildir ve çabalaması da sonuca götürmeyecektir. İşte, çok şey bildiği düşünüldüğü halde ezberledikleriyle sıradanlaştırılan bireylerin oluşturduğu toplum da depremde aynı reaksiyonu gösterdi; kafası kesik tavuk gibi sağa sola koşuştu, ona buna sordu, orayı burayı dinledi, twitter dedikoduları ile ilgilendi. Kolaycılığı bırakıp “nedenleri” öğrenmediği için rahatlığı ancak bir sonraki sallantıya kadar olacak. Peki, insan farkındalığa nasıl ulaşacak?
Stratejik yaklaşım: Verileri Bilgiye Çevirmek
İlk kural %92’si deprem bölgesi olan bir ülkede depremlerin olacağını kabul etmektir. Kolay gibi görünse de birçok insan aklının bir köşesinde deprem hiç olmayacak gibi davranmanın kendilerini rahatlattığını düşünür. Oysa bu, korkuyu defetmek yerine her zaman yaşadıkları korkunun ana nedenidir. Ön korteks mantıklı davranarak bir gün “deprem olabilir” derken, duygulara hitap eden amigdalada yaratılan “deprem olmayacak” duygusu anıların yer aldığı komşu hipocampusde kalıcı yer ediyor. Mantıken olacağını bildiğin şeyin duygusal olarak olmayacağını düşünmenin faydasızlığı insan beyninde kaygıya dönüşürken korku da tetikleniyor. Olaylar olmadan önce beynin mantık üreten alanı dikkate alındığında, bir gün gelip de olaylar tetiklenip tekrar ettiğinde amigdala şaha kalkmayacak ve panik yaratmayacaktır. Farkındalığa ulaşmak için, eninde sonunda bir gün deprem olacağını kabul edin.
Fiziki Yaklaşım: Yaşam Üçgenini Sorgulamak
İkinci kural biraz daha maddeseldir. Deprem yaşam üçgeni Zemin-Yapı-İnsan’dır. Çoğunluk sağlam bir binanın (temelde bu çözümün beton olduğu düşünülür) kendilerini koruduğunu zanneder. Sağlamlıkla beton zıt birer olgu olduğu halde -öyle bile olsa-
zemin kötü ise hasar yine olacaktır. Kayalık bir zemin üzerindeki gecekondu yeni yapılmış bir binadan daha güvenli olabilir. Hareket eden (mafsallı) çelik konstrüksiyon bir yapıda değilseniz, yani bu yapı depremin dikey ve yanal hareketleri ile paralel hareket etmiyorsa üçgenin bir kenarı eksiktir. Ahşap türk evleri bu mekanizmayı taklit ederek gücü eşit dağıtan bir inşaa sistemine sahipti. Atalarımız bir şeylerin farkındaydı! Üçüncü faktör ise insandır. İnsanların depremdeki davranışı depremin vereceği hasardan fazla olabilir. Son depremde İstanbul’da yaralananlar sadece panikle percereden atlayanlardı! Soğukkanlı olmayan insan için sadece deprem değil her şey potansiyel tehlikedir.
Farkındasızlık Eyleminden Kurtuluş: Mutedil Farkındalık
Olaylara sağduyu ile yaklaşacaksak farkındalığımızı artırmak zorundayız. “Hayat duygulardan ibarettir” dense de farkındalık genellikle hislerle oluşmaz, daha çok, mantıkla inşaa edilir. Hislerle oluşsaydı depremden sonra herkes karanlık bir odanın ışığını açmış gibi aydınlanırdı. İşler öyle yürümüyor. 5.8 büyüklüğündeki depremden sonra 100’ün üzerinde deprem oldu fakat onları hissetmediğimiz için tepki vermedik. Büyük bir depreme karşı verdiğimiz tepki ile fark etmediğimiz depremlere karşı hissiyatsızlığımız temelde aynıdır. Doğrusu, tepki vermek için büyük bir deprem olmasını beklemek sadece aptallıktır. Tüm korkular gibi depreme karşı da mutedil olmak son derece önemlidir. Mutedil olmak ne durmak ne de koşmaktır; gereken zamanda gereken hızda, “o şeyle” birlikte olmaktır. Farkında olmak olayları ve olguları reddetmek değil; “kabul ederek”, karşılamaktır. Bu bir kadercilik değildir. Kaderci yerinde durandır. Farkındalık, bireysel hareketin hızını olayın hızı ile örtüştürebilmek, olaylarla tango yaparak simetriyi sağlamaktır. Simetrik insan korkmaz ve kaygılanmaz. Simetrik insan savaşları kazanan, vebayı yenen, penisilini bulandır... O, yanılsa da yenilmeyecek kadar olayların farkında olandır.
Cumhur Güzel
Yönetim Danışmanı, Profesyonel Koç
Yazı, Resim ve Grafiklerin Her Hakkı Saklıdır. Kaynak Gösterilmeden ve Tanıtım Amacını Aşacak Şekilde Alıntı Yapılamaz.
Copyright 2019, Süreç Danışmanlık, Ltd.
Commentaires